Sosyal Medya

YaÅŸam

Fatma Barbarosoğlu “Camdan dışarı değil candan dışarı bakıyorum...”

Ä°nsana sohbet gerek,muhabbet gerek,can gerek...



I- Ä°htiyaçlar çeÅŸitli. Ä°htiyaçların derecesi çeÅŸitli. Yoksulluk tek, yoksunluklar çeÅŸitli. 



Ama her gelir seviyesindeki, her yaş grubundaki, her eğitim düzeyindeki insanı tek bir ihtiyaç noktasında buluşturmamız gerekseydi, ille de sohbet derdim.

Argoda, geyik muhabbeti diye geçen sohbetten bahsetmediğimi anladınız elbette.

Ekranların laf olsun torba dolsun sohbetinden de bahsetmiyorum.

Yarayı yaraya merhem eden sohbetten bahsediyorum.

Ölümlü olduğumuzu hatırlatan sohbetten, şefkatimiz olmasa en aşağı mahluktan daha aşağı olacağımızı hatırlatan sohbetten bahsediyorum.

Diyeceksiniz ki bundan kolay ne var?

Öyle değil. Halvet için kimselere ihtiyacımız yok ama sohbet için bizden başkasına muhtacız.

Başkası nerde?

Sorun şu ki, bir başkasının olması için insanın önce kendisinin yerli yerinde olması/durması gerekiyor. 12-17 yaşlarımın tanığı bir komşu teyzemiz vardı. Allah rahmet eylesin ellerinde kemik erimesi olduğu için baş parmakları yamulmuştu. O zamanlar kemik erimesi bugünkü kadar yaygın bilinen bir dert değildi. Komşu teyzemiz gelini ve gelininin gelini ile aynı evde yaşardı. Sabah saat on olmadan bize gelirdi. Erken geldiğinin farkında, siz işinizi yapın ben şurada kendimle konuşayım biraz derdi.

Kendisi ile niye kendi evinde konuşmazdı da bize gelirdi? Sebebini çok sonra anladım. Onların dairesinden gökyüzünü görmek pek kolay değildi. Belki balkona filan çıkması gerekiyordu görmek için. Oysa bizim divanımız pencerenin hemen önündeydi. Uçsuz bucaksız bir boşlukta toprak ile gökyüzü buluşurdu. Komşu teyzemiz pencere önünde, öylece gökyüzüne bakardı, tam biz işimizi bitirip karşısına oturacağımız sıra kalkıp gider ertesi gün yine aynı törensel duruşu ile divanın o kısmına oturur camdan dışarı bakardı.

Camdan dışarı bakmıyorum derdi candan dışarı bakıyorum.

(Candan dışarı bakabilmek için bulutların mihmandarlığına muhtaç olduğunu anladığımda o artık aramızda değildi.)

Sohbet için iki kişiye ihtiyaç var. O iki kişi asla bir araya gelmiyor. Çünkü kendisine candan dışarı bakacak bir yer bulamıyor. İnsanın kendinden dışarı çıkabileceği en kısa mesafe gökyüzü. (Ben burada yokken bir yere gitmedim, penceremin önünde hep gökyüzüne baktım.)

II- Pazartesi günü size hitama erdirilememiÅŸ bir sohbeti anlatmıştım. Sohbet etmeye o kadar hevesli bir grup ile sohbet edemeyiÅŸimizin hikayesi idi.

Bizi zehirleyen sükûtlarımız değil. Hitama erdirilememiş sohbet girişimlerimiz, her sohbete münazara gerginliği ile dahil olmamız.

Niye münazara gerginliği dedim?

Bir konu hakkında konuÅŸuyorsak, gündelik bir konudan bahsediyorum, mesela okullar açıldı diye bir cümleye baÅŸladım. Belki ikinci cümlem çocuklarımız için hayırlı olsun diye devam edecek. Muhataplar huzursuzlanmaya baÅŸlıyor, “Siz de okulsuz eÄŸitimden yana mısınız?” diye soruyor birisi. Öteki, “Okulsuz eÄŸitimin zararlarından” bahsediyor. Üçüncü kiÅŸi benim bir tanıdığım vardı diye lafa baÅŸlıyor tamamen baÅŸka bir yerden mesela Hindistan cevizi yağının zararlarından bahsetmek üzere. Cümle içinde geçen herhangi bir kelime zihinde nasıl çaÄŸrışım yapıyorsa oradan devam ediliyor. Okulsuz eÄŸitimin zararları cümlesindeki zarar kelimesi elinde cep telefonu ile sohbete dahil olmaya kalkan kiÅŸiyi Hindistan cevizi yağının zararlarına bırakıyor. Derken sohbet Hindistan cevizi yağı ile yapılmış kek ve kurabiyelere geliyor, ondan sonra hanımlar en yakınındakiyle ikili sohbete baÅŸlıyor.

Sohbet yaranın yaraya merhem olacağı frekanstan çıkarak, “Ben ezik miyim hep onları dinleyeceÄŸim benim de anlatacak ne çok ÅŸeyim var” yarışına dönüyor.

Sonra ne mi oluyor?

Devam edeceÄŸiz inÅŸallah...

Fatma BarbarosoÄŸlu

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.